Skip to content Skip to footer

SANAT 3.0

 

HAKAN DEMİR

 

Yapay zeka, sürücüsüz araçlardan, yatırım tavsiyesi veren uygulamalara, savunma sanayinden tarıma kadar hayatın hemen her alanına nüfuz etmiş durumda. Dünyanın en değerli şirketlerinin bu alanda yaptıkları yüz milyarlarca dolarlık yatırımlara bakınca bu etkinin ivmelenerek süreceği de açık.

Gün geçmiyor ki yapay zekanın ve ona komşu diyebileceğimiz robotik, nesnelerin interneti, üçüncü nesil ağ vs. gibi teknolojilerde ve bunlara ilişkin uygulamalarda şaşırtıcı gelişmeler yaşanmasın. Bu gelişmelerin hızı, insan ve toplum fonksiyonlarına esastan etki eden niteliği, tabiatıyla gelecek konusunda endişe ve hatta korkulara yol açmaktadır. Korku ve endişe bu alandaki bilgi ve tecrübe birikimi ile ters orantılı olarak ortaya çıkmaktadır. Netice itibariyle korku bir bilmeme, anlamama ve yabancılık fonksiyonudur.

Sade bir tanımla yapay zeka, tanımlanmış bir işin yapılması veya bir problemin çözülmesi için gerekli adımların, bir bilişim sistemi üzerinde tanımlanmış bir model üzerinden, mantık, akıl yürütme, problem çözme ve yaratıcılık gibi yeteneklerin bir bileşimi ile eldeki verilerin analiz edilmesi sonucunda yerine getirilmesidir. Sade bir tanımın bile kolayca kavranamayacak derecede karmaşık olduğu ortada. Aslında yapay zekayı, insanlık tarihi kadar eski olan -kolay iş görmek için alet yapmak ve bunun ilmi diyebileceğimiz- teknoloji serüveninin son dönemdeki faslı olarak daha kavranabilir bir perspektife oturtmak mümkün. Önceki teknoloji serüvenlerine göre çok daha hızlı ve geniş cepheli bir etki alanı oluşturması biraz daha karmaşık kılıyor. Endişe ve korku yönüne gelince; ürettiği sonuçlar itibariyle ütopya ve distopya arasındaki geniş alanda “protopya” diyebileceğimiz bir çerçeve içinde kalacağını öngörüyorum. Protopyayı, uzun zaman dilimleri içinde olumlu ve olumsuz sonuçlar üretmekle birlikte, netice itibariyle toplamda net pozitif fayda üreten bir süreç olarak tanımlıyorum. Yapay zekanın yıkıcı sonuçlar üretmesi, insanlar bu alanı başıboş ya da kötü niyete teslim etme konusunda tepkisiz kalacaksa, elini direksiyondan çekip gittikçe hızlanan yol manzaralarına kendini kaptırıp gidecekse elbette mukadderdir.

Yapay zekayı mümkün kılan teknikler, esas itibariyle matematik disiplinlere dayanır; veri ve bunların kullanışlı hale getirilmesi ile oluşan bilgi temelli bir disiplindir. Bu şekliyle parçalardan bütün oluşturmaya giden inşai bir yapılanma söz konusudur ve bilgi temelli olması bakımından bir yöntem dahilinde gelişen, kuralların hakim olduğu bir sistematiğin ürünüdür. Yapay zekanın matematik temelli olması bakımından bilimsel bilginin hakim olduğu sahalara daha kuvvetli etki etmesi doğaldır. Ancak, bilimsel bilgiden çok duygu, sezgi ve görgünün hakim olduğu, maddeden çok manevi bir ağırlık taşıyan, bu yönüyle mefhumunu bütünlüğü içinde barındıran, düşünce yoğun sanat alanında da yapay zekanın  dönüştürücü bir etkiye sahip olduğu pratik gelişmelerle ortadadır. Yapay zeka, düzyazı ve şiir de dahil olmak üzere farklı yazı biçimlerinden, müzik kompozisyonuna, film prodüksiyonunun yanı sıra fotoğraf ve resim gibi sanatın pek çok alanına çoktan girdi bile. Böylece, makine tarafından üretilen sanatın mevcut durumu, sonuçları ve yakın gelecekte neler beklenebileceği hakkında gittikçe yoğunlaşan tartışmalar yaşanıyor.

Bilim ve sanat arasındaki ilişkiyi Arnold Hauser şu sözlerle açıklıyor:

“Sanat ne bilim olarak doğar ne de bilime dönüşerek son bulur. Sanat, yalnızca yaşamın zorluklarından doğar ve insan varoluşuyla yönlenen sonsuz yolda bilimle birlikte ilerler.”

Yapay zekanın bir bilimsel üretim olduğunu akılda tutarak, bilim-sanat ilişkisini ve birlikteliğini geriye doğru izlersek, bilim ve (özellikle alet yardımı üretmek anlamında) teknolojinin sanatla uzun süredir içi içe olduğunu fark ederiz. Anlatması kolay olsun diye yalınlaştırırsak, sanat üretiminde zihin ve el becerisi iki temel yapı taşıdır. Elin sanat üretimindeki fonksiyonuna destek olması bakımından ilkel aletlerin icadından  bilgisayarlara ve karmaşık makinelere, tekniklere ve platformlara kadar getirebiliriz.

Fotoğrafın zamanla kendi sanat formuna dönüştüğü fotoğraf makinesinin icadı ya da müzik üretimini ve teknolojinin bu alandaki etkilerini gözden geçirmek yeterli örnekliği teşkil edecektir. Teknolojinin sanatı etkilediği açık ama gerçekten geliştirip geliştirmediği tartışmaya açık. Açık olan bir başka konu: Yapay zeka, estetik anlayışımızı, sanatın sınırları ve türleri, sanatı yaratma, küratörlük yapma, tüketme ve aracılık etme şeklimizi kalıcı olarak değiştirecek. Teknolojinin sanat üzerinde el becerilerini desteklemesi yönünden katkısını bir müdahale ya da tehdit olarak görmediğimize göre, belirsizlik ve endişe, yapay zekanın zihinsel üretim ve becerilere olan etkisi üzerinde odaklanmaktadır. Bu noktada da kaçınılmaz olarak şu sorular ortaya çıkıyor: Yapay zekanın estetik üretimlerine sanat denir mi? Sanat sadece insan zihnine ve üretimine hasredilmesi gereken bir olgu mudur? Yapay zeka insan üretiminden ayırt edilemez eserler ortaya koyabilir mi, ya da insanı aşan eserler üretebilir mi? Bu üretimlerin fikri hakları nasıl yönetilecektir?

Pozitif bilimlere konu alanlar genel itibariyle parçalarına ayrılarak analiz edilebilir, veri-bilgi temelli alanlardır. (İnsan üretimi) sanatta ise bütün esastır, ölçü (kg, bit, byte, mol vs. değil) estetiktir ve o bütüne formunu veren insan  zihninden neşet eden, taşan duygular, tecrübelerdir. Duygular, veri-bilgi alanında olduğu gibi parçalanmaz ve bütünlenmez. Yapay zeka temelde, kalıpları tanımak ve bunlara dayanarak tipik matrisleri ve vektörleri takip ederek çıkarımlar yapmak için tasarlanmış bir algoritmalar derlemesidir. Dolayısı ile veri-bilgi-mantık-algoritma-model akışıyla parçadan bütüne çalışan ve duygu üretemeyen yapay zeka, halen ve öngörülebilir bir gelecekte, ancak insan üretimi sanat eserlerini taklit etmek suretiyle sanat alanına dahil olabilecektir. Bu anlamda sanat yaratamaz, ancak izleyicinin muhtemelen sanat olarak algılayacağı desenler yaratabilir. Öte yandan tüm öğrenmeler ve üretimler taklit seviyesinde başlar; daha sonra öğrenenin zihninde bir hüviyet dönüşümü ile özgün bir rota kazanabilenler sanat üretiminde ayrışır. Yapay zeka da öğrendikçe kendi üretimine özgün bir hüviyet kazandırarak taklit seviyesini aşıp sanat olabilme kriterlerini yakalayabilir, ancak üretimine duygu katabilmesi mümkün olmayacaktır. Sanatı, “duygu temelli ve düşünce derinlikli bir odaklanma ile biçimlenen estetik, yeni yaratmalar barındıran, muhatabında tek ya da ender hisler uyandıran, bu yönüyle insanlar arasında duygu iletişimine köprü olabilen insani bir üretim” şeklinde ifade edersek, yapay zeka piramidin bu üst ve dar bölgesini tanımlayan alana dahil olmaktan (en azından öngörülebilir gelecekte) uzaktır. Fakat sanat tarifi çok daha geniş ve esnek sınırlarla da tarif edilebilmekte ve bu tariflere de geniş kitlelerden alıcı bulunabilmektedir. Sanat tarifi genişledikçe yapay zekanın etki uzayı ile kesişim bölgeleri ve bundan doğan tartışma alanları da genişlemektedir. Başka bir deyişle daha düşük kalibreli sanat ve sanatçı daha erkenden yapay zekanın rakibi olmakta ve daha çabuk oyun dışında kalmaya mahkum görünmektedir. Yukarıdaki sorulara bugün hakim olan kanaatler üzerinden cevap arayacak olursak, genel itibariyle makine üretimlerinin sanat sayılmaması fikrinin yaygın olduğu görülecektir.

Piramidin üst bölgesini, yani daha rafine bir sanat anlayışını ölçü alarak yapılacak bir analiz, sanatın tarifinden bir adım daha ötesini, sanat olmak için gerekli kriterleri netleştirmeyi gerektirir. Kanaatimce bu kriterlerin öne çıkanları:

  • Olumlu estetik niteliklere sahip olma
  • Duyguları ifade etme ve duygu yollu iletişim kanalı açabilme
  • Entelektüel bir iddiası olduğunu açıkça ortaya koyabilme
  • Aynı anda hem karmaşık hem tutarlı olabilme
  • Karmaşık anlamları aktarma kapasitesine sahip olma
  • Bireysel bir bakış açısı sergileme
  • Arkasında sıradan olmayan bir yaratıcı hayal gücünün varlığını sezdirme
  • Yüksek derecede becerinin ürünü bir eser veya performans olabilme
  • Yerleşmiş ve gelişmiş bir sanatsal biçime ait olma
  • Bir sanat eseri yapma niyetinin ürünü olma

şeklinde sayılabilir. Bu kriterleri taşıyacak bir yapay zeka üretimi ancak bu kriterleri kodlamanın yolunu bulmuş bir programcı ile olabilir. Böyle bir programcıya gerçek bir sanatçı, bu kriterleri sağlayacak bir esere de rafine sanat denilmesinde, kendi adıma, hiç bir beis görmem.

Öyle görünüyor ki gelinen noktada teknoloji bizi, sanat hakkında esaslı bir gözden geçirmeye, pozisyonumuzu değerlendirmeye ve geleceğin sanatı hakkında kafa yormaya zorluyor. Öyleyse bunu fırsat bilerek bir toz alma, temize çekme denemesi yapalım; bunun için de kelamımız yer etsin diye kalemimizi biraz sivriltelim:

İnsanoğlunun başardıklarının platosunda,  özünde yaşam ve ölümün yer aldığı varoluşumuzun nedenleri üzerinde düşünebilme ve bunları dile getirebilme yeteneğimizin bir ifadesi olarak sanat bir zirveyi temsil eder. Bu daimi muamma ve aradaki her şey ve hayatın ikinci perdesi hakkındaki bakış açılarımızın ifadeleri, sanatın en temel teması olarak hizmet etmelidir. Bir sanatçının misyonu, insanlık durumunu anlamayı, açıklamayı ve iyileştirmeyi mutlak olarak içermelidir. Bakış açılarının çeşitliliği hem sanatın hem de insanlığın ilerlemesi açısından kritik öneme sahiptir; bu nedenle kendini özgürce ifade etme hakkını savunmak sanatçının ilk ve en önemli ilkesi olmalıdır. Anlamaya çalışmak, şimşek etkisi yaratan işaret fişeği etkisini hiç kaybetmemelidir.

Aydınlanma sonrası, belki de daha somut bir başlangıç noktası olarak Marcel Duchamp’ın bir asır önce porselen pisuarın sanat eseri olduğunu iddia etmesinden bu yana, her şeyin (ve dolayısıyla hiçbir şeyin) sanat olarak değerlendirilebileceği noktaya kadar savrulmalar yaşanıyor. Bir veri bilimcinin sözde sanat yaratacak bir algoritma geliştirmesi karşısında alacağımız tutumun sarih olabilmesi  öncelikle sanatın kriterlerini netleştirebilmemize bağlıdır. Gerçekten tanımlayamadığımız bir şeyi nasıl yargılayabiliriz? Teknolojinin bizi ittiği dönüm noktası, sanat anlayışımızın yeniden düzenlenmesinin tetikleyicisi olmalı ve konu sanatı tanımlamaya geldiğinde bir dizi estetik kalite standartlarına geri dönülmelidir. Neye sanat deneceği, sanatın ve sanatçının nasıl rütbeleneceği önceki kuşaklarda kamilen yapılabiliyordu. Sanat, asgari bir estetik standartla temsil edilmeli ve motifleri insanlığı ileriye taşımayı amaçlamalıdır. İfade biçimlerinin çeşitli olması teşvik edilmeli ve yeni türler yüksek kalite standartlarını yakalaması kaydıyla memnuniyetle karşılanmalıdır. Seçkincilik kokusu mu geliyor? Varsın gelsin ve eğer teknolojinin hepimizden daha iyi yaptığı şeyleri benimseyerek, genellikle kopyacılıktan başka bir şey yapmayan ikinci sınıf sanatçıları ortadan kaldıracaksak, bırakalım öyle olsun. Bu sanat açısından olumlu karşılanması gereken bir gelişmedir. Belki sanat da yeniden “sanat” olur.

Gelecek vaat eden bir sanatçı, önceki ustaların ve onların eserlerinin omuzlarında yükselir. İlham ve intihal tamamen farklı iki şeydir. Sanatçı olmayı öğrenmek büyük ustaları incelemeyi zorunlu kılar. Ancak doğrudan kopyalama hiçbir zaman sanat olamaz; bu hırsızlıktır. Şu anda çoğu yapay zeka aracı yalnızca mevcut kalıpları öğrenerek bunlar üzerinden kopyalar üretiyor. Salt reprodüksiyonlar ve yüzeysel temsiller sanat eseri olarak reddedilmelidir. Ancak ne zaman ki eşsiz bir fikri veya konsepti ortaya çıkarmak için kullanılırsa, sanatı geliştiren (yardımcı) bir araç olarak görülmelidir. Kısacası bir şeyin sanat sayılabilmesi için, sadece röprodüksiyon değil, aktarmak istediği bir amacın, bir fikrin ya da kavramın olması gerekir. Teknolojik gelişmeyle mücadele etmeyelim, onu sahiplenelim. Tanıyıp, anlayıp, sahiplenirsek muhtemel olumsuz gelişmeleri de mahdut tutmak mümkün olacaktır. Özgün eseri, intihali ayırt etmek için gene yapay zekadan faydalanacağımızı unutmayalım. Bu bağlamda telif hakkı ve fikri mülkiyet sorunu, öngörülebilir gelecekte sanat camiasının çoğunun başına karmaşık sorunlar açacakmış gibi görünüyor.

Yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, teknolojik gelişme, tekerleğin icadından bu yana devam eden bir gelişmedir ve devam edecektir. Bu anlamda teknolojinin sınırında falan değil tam ortasındayız. Biz teknolojiyi kontrol etmeliyiz, teknoloji bizi değil; dolayısıyla teknoloji bizim bir uzantımız olarak kalmalıdır. Bir sanatçı, yapay zeka da dahil olmak üzere, yaratıcı misyonunu kolaylaştıracak en iyi araçları elbette kullanmalıdır. Bir kavga seçmemiz gerekiyorsa, bunu teknoloji geliştiricilerine karşı değil, ona karşı çıkanlara veya teknolojiyi kötü niyetle kullananlara karşı yapmalıyız. Kültürü ilerletmek, dezavantajlı gelenekleri görünür kılmak ve gelişen dünyanın olumsuz ve insan düşmanı yönleriyle gerektiği gibi yüzleşmek sanatçının öncelikli amacıdır ve bu amaca erişmek için teknolojiyi etkin kullanmalıdır. Yapay zeka, her şeyden önce bir dizi matematiksel ve istatistiksel araç ve yöntemden, ve üzerinden öğrendiği seçilmiş veri kümelerinden oluşur. Yapay zeka modellerinin şu anda yaptığı şey, insan tasarımcılarının talimatları doğrultusunda hareket ederek diğer sanatsal kalıplara dayalı desenler yaratmaktır. Dolayısı ile önceden tasarlanmış bir fikre dayalı benzersiz bir tasarıma yönelik herhangi bir girişim, şu anda yapay zeka alanında gerçekleştirilemez. Şu ana kadar yapılan, benzersizlik algısı üretebilen bir kopyalama çabasıdır. Dünya ve biz insanlar, herhangi bir veri modelinin kopyalayabileceği veya ifade edebileceğinden çok daha karmaşığız. Halen veri setleri, insanların ve davranışlarının karmaşıklığını tam olarak haritalandıramayacak kadar basittir. Bir model ne kadar gelişmiş olursa olsun, şu ya da bu şekilde gerçekliği basitleştirdiği, dolayısıyla bilinmeyen yönlerin her zaman kalacağı varsayımı ile kayıtlıdır. Bir modelin oluşturulması, ya kasıtlı olarak belirli faktörleri göz ardı etmeyi seçtiğimiz ya da bunların farkında olmadığımız ve dolayısıyla bunları dahil etmediğimiz anlamına gelir. Fakat gene de, benzersiz bir açı bulmaya ve özgün bir bakış açısı oluşturmaya yardımcı olabileceğinden, sanat üretiminde bir sanatçı için değerli bir araç haline gelebilir.

“Sonsuz Maymun Teoremi”, eğer bir maymun sonsuz bir süre boyunca daktilonun tuşlarına rastgele basarsa, sonunda William Shakespeare’in tüm eserlerini yazabileceğini öne sürer. Bu yaklaşım, önceleri eğlenceli bir sohbet konusuydu, ancak önemli ölçüde artan bilgisayar gücüne erişim, bir metnin neredeyse sonsuz varyantlarının oluşturulmasına imkan veriyor artık. Örneğin GPT-4 platformunda, çok miktarda metin modele beslenir ve algoritma tarafından işlenir. Daha sonra algoritmaya kısa bir metin yüklenir ve istatistik yoluyla model, bu kısa metnin bir sonraki cümlesinin ne olabileceğine dair bir tahmin üretir ve ardından bu cümleyi bir sonrakini tahmin  için kullanır ve bu şekilde devam eder. “Tweet” gibi daha kısa sosyal medya metinleri oluşturmak için bunun son derece yararlı bir araç olduğu kanıtlanmıştır. GPT-4 gibi modeller bağımsız olarak “mükemmel” edebiyat yaratmaktan henüz uzak olsa da, oluşturacağı çok sayıda metin varyasyonları üzerinden bir yazarın yeni bir roman için ilginç bakış açıları veya fikirleri seçebilmesi mümkündür. Bu nedenle, bir “çok satan” eseri tetikleyici olabilecek orijinal fikirler içeren metin parçaları oluşturarak yazarlara yaratıcılık noktasında destek olabilir. Yapay zekanın ürettiği daha küçük şiir parçaları, birçok yazarın aradığı yaratıcı kıvılcımı çakmak ve “yazarlık tıkanıklığının” üstesinden gelmeye yardımcı olabilir. Bu anlamda yapay zeka rakip olmadan önce sanatçının yardımcısı ve dostu olacaktır. Bu sürenin ne kadar süreceği ve amansız bir rekabete dönüşüp dönüşmeyeceği makineden çok sanatçının yaklaşımına bağlı olacaktır. Teknolojik basitleştirme ile insanlığın karmaşıklığı arasında süregelen savaşta sanatçı her zaman insan tarafını seçmelidir. Yapay zekanın gerçekten başına buyruk hale gelmesi ihtimaline karşı da sanat ve sanatçı en etkili savunmalarımızdan birini teşkil edecektir.

Kendimizi sanatsal olarak ifade etmenin benzersiz bir yolu olarak ortaya çıkan yaratıcılık, insanın makinelere karşı avantajlı olduğu alandır. En büyük varlığımız olan ve olagelenden kopabilen (genellikle ilk aşamalarında mantıksızlık olarak görülen) hayal gücümüz, bizi ilerletecek olan hasletimizdir. Düşüncede otoriterlik ve konformizm yerine gerçek yaratıcılığa yönelik talep, yalnızca sanat camiasının değil, aynı zamanda genel olarak insanlığın da -eğitim sistemi ve yaşamın farklı ifade biçimleri aracılığıyla- takip etmesi gereken önemli bir konudur. Geçmişte koyduğumuz veya benimsediğimiz kurallara uymanın rahatlığından vazgeçmeli ve sürekli olarak yeni ve yenilikçi iş yapma yolları aramalıyız. Kendimizi daha iyi ifade edebilmemiz, daha etkili iletişim kurabilmemiz ve halkın sanata katılımını teşvik etmek için bizi tanımlayan insani fakülteleri güçlendirmeliyiz. Yapay zekanın bir yandan insan yaratıcılığını destekleyerek rafine sanata katkı sağlarken öte yandan ikinci kalite sanat ve sanatçının ayıklanmasına aracılık edeceği süreçte, gerçek yaratıcılık her zamankinden daha değerli olacaktır. Yapay zekanın sanat karşısındaki durumunu bir çocuğun bir yetişkine göre veya bir çırağın ustaya göre durumu ile mukayese etmek açıklayıcı olabilir. İyi yetişmemiş, fırsatçı bir çırağın, karşısında bir dükkan açarak tüm mahallenin ilgili sanatla olan münasebetini berbat etmesine hiçbir usta tahammül gösteremez. O çırağın ustasını da aşacak bir sanatçı mı olacağı yoksa o sanatı bozacak bir yol mu çizeceği büyük oranda ustanın sorumluluğundadır.

Öyle görünüyor ki, kelimenin tam anlamıyla gerçekten akıllara durgunluk veren bir geleceğe giriyoruz ve bu cesur yeni dijital dünyayı kucaklamak, ağaç henüz eğilmeye müsaitken (doğacak sonuçlardan daha az yakınmak için) kendi özgün katkısını tüm yapay zeka katmanlarında en üst seviyede sunmak, kalıcı bir medeniyet iddiasındaki her toplumun, her daldan rafine sanatçının, özellikle avangart sanatçının görevidir.

9 Şubat 2024

Yorum bırakın